5/08/2009
Çanakkale Destanı
Oyunda Rol Alan Kişiler
Tarih: Yaşlı; uzun, beyaz sakallı. Yakasız, uzun, beyaz bir libas içinde.
Şiir: 20 yaşında bir kız. Uzun saçlı. Beyaz bir elbise giymiş.
Mustafa Kemâl: 35 yaşında; Osmanlı Miralayı (Albay). Askerî kıyafet içinde.
Liman Von Sanders: Alman Mareşal. 45 yaşlarında. Zayıf, uzun boylu. Alman askerî kıyafeti içinde.
Üsteğmen Hasan: 25 yaşında Osmanlı ordusunda subay.
Teğmen Mevsuf: 20 yaşında Osmanlı ordusunda subay.
Mehmet: 20 yaşında Osmanlı ordusunda er.
Er: 20 yaşında Osmanlı askerî.
Yusuf Çavuş: 30 yaşında Osmanlı ordusunda subay.
Çavuş: 30 yaşında Osmanlı ordusunda subay.
Barboros Hayrettin Paşa : Tarihi kıyafeti içinde. Beyaz sakallı, 50 yaşlarında.
Koro - 1. Grup, 2. Grup: Gruplar bir erkek bir kızdan oluşuyor, koro ise, iki grupta yer alan dört kişiden oluşuyor.
TARİH - (Yaşlı; beyaz, uzun sakallı. Sahne karanlık. Işık, yalnız Tarih’in yüzünü aydınlatıyor. O, ağır bir müzik eşliğinde, tok bir sesle konuşmaktadır): Çanakkale sularında şeref ve şan hareleniyor. Beş yüz yıldır, Türk’ün ebedîleşmiş destanı tarih dolu. Tarihi süsleyen, zenginleştiren Çanakkale!., iki kıt’anın omuzlan üzerinde zafer köprüleri kuran Çanakkale!.. İhtiyar tarihin koynuna ellerinizi daldırınız! Orada Eski Çağlardan, Orta Çağ’dan Çanakkale’ye ait birçok kahramanlık destanları bulacaksınız. Türk Çanakkale, Orta Çağ’ın sonunda doğdu. Küçük Osmanoğulları Beyliği’ni, Çanakkale Boğazı İmparatorluğa götürdü. XIV. yüzyıl başında, Orhan Gazi’nin zinde kuvvetleri kırkar kişilik sallarla Trakya’ya geçti. Bu geçiş, beylikten imparatorluğa geçişti. 1453’te İstanbul surlarını yıkan Fatih’in heybetli balyemez topları (Fonda, uzaktan gelen hafif top sesleri işitilir) ...Orta Çağ’ın çürümüş yapraklarını dürüp, tarihin mahzenine attı... Ve artık, yeni bir çağın kapısını açtı. Boğaz kıyılarına yerleştirilen o toplar, yüz elli yıl sadece muzaffer olmak için Akdeniz’e açılan veya zaferden dönen Türk Donanması’nı selamlamak için gürledi. (Tarih susar. Yüzündeki ışık gittikçe azalır, sonunda kaybolur. Top sesleri şiddetlenir, sahne çok hafif aydınlanır; Barboros Hayrettin Paşa’nın silueti belirir).
BAROROS HAYRETTİN PAŞA - (Sahne pek az aydınlanıyor. Barboros’un silueti belli belirsiz. Çevresinde askerleri sağa sola koşuşturuyorlar. Top sesleri aralıksız sürüyor. Top sesleriyle birlikte sahne aydınlanıyor, tekrar ışık azalıyor.): Haydi arslanlarım, haydi yiğitlerim! (Sahne tamamen kararıyor, Barboros’un silueti kayboluyor).
TARİH - (Yeniden yüzü aydınlanır; eski ses tonuyla konuşmaya devam eder): XVII. yüzyılda Venedik Donanması Osmanlı İmparatorluğu’nun boğazını sıkmak için Çanakkale’ye saldırdı. Boğaz ağzından içeri girmeyi başaran Venedikli amiral gemisi, Topçu Kara Mehmet’in attığı tek bir gülle ile ve içindeki bin kişiyle birlikte, boğazın mavi sularına gömülüverdi. Daha o zaman bir gülle ile bir düşman donanmasını yendik. Çanakkale’nin son tarihi, 1915’te yazıldı. Bu, tarih daha öncekileri unutturdu. Artık bu tarihin yerine yeni bir tarih yazılmayacak. Eski zafer yıldızlarının yanında bu son zafer, güneş kadar heybetli ve azametli. Çanakkale Boğazı, bugün tarihin yolunu çizenlerin elinde; yarın da aynı yiğit ellerde kalacak. Boğaz’ın sularında kanımızın, bayrağımızın rengi var. Yamaçlarında dedelerimizin, babalarımızın kemikleri abideleşmiş... Boğaz sularının Ege’ye doğru yuvarlanıp giden dalgalarında da bu milletin geçmişten getirdiği şerefler, zaferler yaşar durur. Bugün o geçmişle övünüyoruz. Geleceğe 18 Mart yamacında ışıklanan Çanakkale’nin dev kahramanı Atatürk’ün gözleriyle bakıyoruz. (Tarihin yüzündeki ışık azalır, silueti kaybolur.)
(Teftiş edilmeyi bekleyen askerler hazır, yan yana dizilmişler. Ordu Komutanı Alman General Liman von Sanders ve Miralay Mustafa Kemal bekleniyor. Askerlerin hepsi zayıf ve güçsüz görünüyorlar).
ÇAVUŞ - (Bütün gücüyle bağırır): Dikkaaat! (Bütün askerler hazır ola geçerler. Ordu Komutanı Liman von Sanders sert tavırlı ve sinirli).
MUSTAFA KEMAL - Bu askerler hastaneden yeni geldiler general. Daha önce cephede yaralanmışlardı. Yaralan yeni iyileşti. Cepheye gitmek için can atıyorlar.
LİMAN VON SANDERS - (Sert çehresiyle hiç cevap vermeden teftişe devam ediyor. Bir ara bir erin karşısında duruyor. Sert bir sesle soruyor): Adın ne senin?
MEHMET : Mehmet komutanım!
LİMAN VON SANDERS : (Mehmet’in hiç beklemediği bir şekilde, ani bir hareketle, Mehmet’in göğsüne sert bir yumruk atıyor. Mehmet yere yuvarlanıyor. Mehmet düştüğü yerden kalkarken, Liman von Sanders Mustafa Kemal’in yüzüne bakmadan, sert bir sesle bağnyor): Bunları mı cepheye götürüyoruz? Bunlarla mı savaşacağız? (Teftişe devam ediyor.)
MUSTAFA KEMAL - (Liman von Sanders’ten geride kalmıştır. Ayağa kalkmış olan Mehmet’in yanına yaklaşır, kulağına eğilir; Liman von Sanders’in duymayacağı biçimde): Ulen sen nasıl düşersin? Gördüğün general bizden değil, yabancı general. (Mehmet’in yüzüne anlamlı anlamlı bakmaktadır.)
MEHMET - (Şaşırmış ve heyecanlanmış bir vaziyette): Bilmiyordum komutanım. Affedin!
MUSTAFA KEMAL - (Hızlı adımlarla yürüyerek, teftişe devam eden Liman von Sanders’e yetişir): Lütfen bir dakika general!
LİMAN VON SANDERS - (Durur, Mustafa Kemal’in yüzüne bakar): Buyurun!
MUSTAFA KEMAL - :Paşam! Rica etsem, aynı ere aynı hareketi yeniden yapar mısınız?
LİMAN VON SANDERS - (Yüzünde anlamlı, alaycı bir bakış olmuştur): Yaa! (Güler): Ha ha ha!.. (Mehmet’e yaklaşır. Aynı darbeyi Mehmet’in göğsüne indirmek için elini yumruk yapar, havaya kaldırır, Mehmet’in göğsüne indirmek için savurur.)
MEHMET - (Liman Paşa’nın yumruğu Mehmet’in göğsüne inmeden, Mehmet ani bir hareketle, onun karın boşluğuna sert bir tekme indirir.) Gidinin gâvuru seni... Gidinin gâvuru... (Mehmet gergin bir yay gibidir. Yere düşen Liman von Sanders acıyla kıvranmaktadır.)
LİMAN VON SANDERS - (Şaşkın ve canı yanmış bir vaziyettedir. Mustafa Kemal eğilir, Paşayı elinden tutup ayağa kaldırır): Ah ah Miralay!
MUSTAFA KEMAL - (Yüzünde hafif bir gülümseme belirir. Ulusal gururu okşanmış bir vaziyette): Paşam! Az önce harbetmez dediğiniz er, dostunun karşısında olduğu için yere düştü. Oysa şimdi, düşmanın karşısında olduğunu zannediyordu, işte bu kahramanlar, Mehmet’in size yaptığı gibi, düşmanın karşısında kükreyen bir volkan olurlar!
LİMAN VON SANDERS - (Yüzündeki şaşkınlık geçmiş, yerini hayranlık almıştır): Mükemmel, mükemmel! Bu askerlerle neler yapılmaz? (iki elini uzatır, Mehmet’in şakaklarından tutarak, alnından öper. Sert bir müzikle sahne kararır.)
TARİH - (Sahnedeki eski yerini almıştır. Hafifleyen müzik eşliğinde konuşmaya devam eder): Yıl 1915... Çanakkale’deyiz. Birinci Dünya Savaşı başlayalı bir yıl oldu. (Top sesleri şiddetlenir, azalır.) 1914 yılında iki gruba ayrılan dünya devletleri, birbirleriyle kıyasıya bir savaşa girmişlerdi. Bir tarafta Almanya, Avusturya-Macaristan ve Osmanlı imparatorluğu; diğer tarafta İngiltere, Fransa, Rusya başta olmak üzere birçok devlet yer almıştı. Düşman kuvvetleri Osmanlı İmparatorluğu’nu çökertmek, Ruslar’a denizden yardım ederek Almanlar’ı ezmek için, bütün güçleriyle Çanakkale Boğazı’na saldırmışlardı. Bu suretle, I. Dünya Savaşı’nın kaderi Çanakkale Boğazı’nda, onların istedikleri gibi tayin edilmiş olacaktı, itilâf Devletleri dediğimiz saldırgan düşmanlar, plânlarını düşünceye göre hazırlamışlar, ülkemizi sömürge yapmak istemişlerdi. Fakat zaferin en önemli öğesi olan iman gücünü hesaba katmamışlardı. (Top sesleri yeniden şiddetlenir ve Tarih’in sesi, top sesleri arasında boğulur) Gerçek gücünü ulu Tanrı’sından ve yüce ruhundan alan’ Türk Ulusunu... (Top seslerinden artık Tarih’in sesi duyulmaz. Yüzü gittikçe kaybolur. Top sesleri gittikçe azalır ve fona Çanakkale Türküsü’nün müziği hâkim olur; aynı anda Şiir’in yüzü belirir).
ŞİİR - (Bir kız. Sahnede yerini alır. Işık yüzünü aydınlatmaktadır. Çanakkale Türküsü hafif bir sesle fona hâkim olur. Şiir, tatlı bir ses tonuyla şiirini okur.)
Şu boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi,
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi,
Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya,
Kaç donanmayla sarılmış, ufacık bir karaya.
…………..
Eski dünya, yeni dünya, bütün akvam-ı beşer,
Kaynıyor kum gibi... mahşer mi, hakikât mahşer,
Çehreler başka, lisanlar deriler rengârenk,
Sade bir hadise var ortada; vahşetler denk...
Kimi Hindu, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ,
Hani tauna da zûldür bu rezil istilâ...
TARİH - (Konuşmaya devam eder. Şiir’in görüntüsü kaybolmuş, Tarih’in yüzü aydınlanmıştır): 18 Mart 1915’te 16 zırhlı, 2 kruvazör, 1 uçak gemisi, birçok muhrip, arama tarama gemisinden kurulu muazzam düşman donanması üç sıra hâlinde yavaş yavaş boğaza yaklaşıyor. Saat 10.30... Triumph (Trayım) zırhlısı ağır toplarıyla ilk salvoda Dardanos’u ateş altına aldı. Prens Georg Tenger (Core Tenger) Mesudiye; Lord Nelson (Lord Nelsın), Agemenon ve Inflexibe (İnfleksibı Namazgah ve Rumeli Mecidiyesi) Queen Elisabeth (Kuin Elizabet) Anadolu Hamidiyesi ile Çimenlik tabyalarını 16.000 metreden ateşe tuttular. (Kuvvetli top sesleri. Bir süre devam eder. Tarih, top sesleri kesilinceye kadar susmuştur. Top sesleri kesilince konuşmaya devameder). Bu ateşe hiçbir bataryamız karşı koymadı. Düşmanın menzillerimize girmesi sabırsızlıkla beklendi. Türk’ün yok edildiğini zanneden düşman kuvvetleri, mızıka ve bando eşliğinde ve bir bayram havası içinde saf saf ilerlerken, beklenen an gelmiş, Türk’ün sabrı tükenmişti. 13.500 metreden düşman donanması üzerine ateş açılması emri verildi. (Top sesleri arasında Tarih’in yüzü kaybolur, Şiir belirir).
ŞİİR - O gün artık, ne ana, ne bacı, ne kardeş,
İlle vatan, vatan diye haykırırken Hasan,
Şehit düştü Dardanos Tabyası’nda o yiğit kumandan.
Onu yalnız bırakır mıydı Mevsuf la yiğit erleri,
İşte o gün, hepsi almışlardı en büyük rütbeyi.
Kan, ateş içerisinde boğuşuyordu Mehmet,
Artık düşmana geri çekilmek olmuştu kısmet,
Hayatla ölüm, karıştı birbirine,
Yine Çanakkale’m kaldı, asıl sahiplerine.
(Şiir kaybolur; sahnede Dardanos Tabyası belirir. Dekorda siper hâkimdir. Üsteğmen Hasan ayakta, dürbünüyle karşıyı gözlemektedir. Yanında Tarassut Subayı Mevsuf ve birkaç er vardır. Fondan hafifçe mızıka sesi gelmektedir).
TEĞMEN MEVSUF - Duyuyor musunuz komutanım? Mızıka sesi, eğleniyorlar.
ÜSTEMEN HASAN - Evet duyuyorum, mızıka çalıyorlar. Tam bir zafer sarhoşluğu içindeler. Bizleri susturduklarını sanıyorlar. Hele bir menzile girsinler!.. (Bir süre sessiz kalırlar. Mızıka sesi gittikçe artmaktadır. Üsteğmen Hasan birden var gücüyle bağırmaya başlar): Dikkaaat! En önde, soldaki en yakın gemiye nişan al! Mesafe 13.500 tahrip danesi. Hazır ol!
ÇAVUŞ - (Üsteğmen Hasan’ın komutunu almıştır): Bütün batarya hazır komutanım!
ÜSTEĞMEN HASAN - Ateeeş! (Bu komutla bütün sahneyi top sesleri insan haykırışları kaplamıştır. Bir er koşarak Üsteğmen Hasan’ın yanına gelir. Nefes nefese ve heyecanlıdır. Üsteğmen Hasan, elinde dürbünü, savaşı gözlemeye devam etmektedir).
ER - Bouvet (Bove) Fransız Zırhlısı tam isabet aldı komutanım! Yanıyor! Kaçmak isterken mayınlarımıza çarptı. Sağa yattı, kendisini kurtarmaya çalışıyor!
(Sahne kararır, sonra sahnenin bir köşesinde Tarih’in yüzü aydınlanır; fonda, Çanakkale Türküsü’nün müziği belli belirsiz çalmaktadır).
TARİH — (Şiir’in tam aksi istikametteki köşede yüzü aydınlanır; Tarih belirdikçe, Şiir kaybolur) - Savaş bütün şiddetiyle devam ediyor. Saat 14.30... Altı İngiliz zırhlısı, 11.000 metreden istihkâmlarımızı bombardımana başladılar. Düşman bütün gücünü harcıyor, sonucu değiştirmeye çalışıyordu. Tabyalarımız ve Mehmetçiklerin imanlı göğüsleri, bir anda mermi tarlasına dönmüştü. Kahraman Mehmetlerin top uğultularıyla birlikte gürleyen “Allah Allah” sesleri, boğazın her iki yakasında akisler yaratıyordu. (Top sesleriyle birlikte “Allah Allah” nidaları işitilir).
ŞİİR - (Birden Tarih’in karşısında belirir):
Şüheda gövdesi baksana dağlar taşlar,
O rükû olmasa, dünyada eğilmez başlar.
(Şiir ve Tarih kaybolurlar; sahne yeniden aydınlanmaya başlar. Aydınlanan sahnenin ortasında Yusuf Çavuş sırtüstü uzanmış, başı “Yüzbaşı Hilmi”nin kucağındadır. Sahne yavaş yavaş aydınlanırken, bu süre içinde Tarih’in yalnızca sesi duyulur).
TARİH - Akşamın matemi boğazın mor sularıyla, Kilitbahir Tepeleri’ne bir dantel gibi çökerken Hamidiye Tabyası’ndan Yusuf Çavuş aldığı yaralarla, şehadet yolculuğuna gitmeye hazırlanıyordu. Son nefesinde kendisini yaşlı gözlerle kucaklayan Yüzbaşı Hilmi’ye titrek bir sesle fısıldıyordu.
YUSUF ÇAVUŞ - (Ölmek üzeredir. Yüzbaşı Hilmi’nin kucağındadır ve Yüzbaşı Hilmi ağlamaktadır): Ağlama yüzbaşım, ağlama! Ölen arkadaşlarımın intikamını aldım, yanlarına gidiyorum, huzur içindeyim. Vatan sağ olsun. Elveda hayat! Elveda yüzbaşım!
ŞİİR - (Sahnenin bir köşesinde tekrar görünür; şehit olan Yusuf Çavuş ve Yüzbaşı Hilmi’nin üzerindeki ışık zayıflar, loş bir görüntü hâkim olur. Şiir, şiirini okumaya başlar.)
Ben asker çocuğu, şehit evlâdıyım,
Boğazın havasında değil, kavgasındayım,
Bence boğaz için, kıyasıya kavga olur, Hürriyet için, İstiklâl için millet için,
Gök parça parça kesilir, sis olur, duman olur.
Her zerresiyle sular kahraman olur.
Diyarbakırlı Seyfi’yi bilir misin Ahmet?
Hani anası mum yakmış, adak adamıştı.
Dalyan boylu, burma bıyıklı delikanlıydı.
Onu da Çanakkale’de vurdular,
Üstüne kıyak bir de türkü yaktılar:
‘Çanakkale içinde aynalı çarşı,
Anam ben gidiyom, düşmana karşı’.
(Bundan sonraki iki dizede Çanakkale Türküsü’nün sesi sahneye yayılır, melodinin eşliğinde şiir tamamlanır.)
O gün bugündür ağlar,
Dalyan boylumun ardından.
Tarih ağlar, destan ağlar, yâr ağlar.
TARİH - (Şiir sahneden kaybolur. Tarih belirir ve konuşmaya başlar): Artık düşman mermilerinin etkisi kalmamıştı. Irresistible (îrrezistibl) Zırhlısı aldığı tam isabetle alev alev yanıyor, Ocean (Oşin) Zırhlısı ateş hattından kurtulmak için acele ediyordu. Türk topçusunun zaferi gülleleri ardı ardına düşman gemilerini dövüyordu. Kahraman Yüzbaşı Hakkı komutasındaki Nusret Mayın Gemisi’nin Çanakkale Boğazı’na döktüğü kahredici mayınlarla düşman, Çanakkale Boğazı’nı geçemeyeceğini anlayarak, gururu ve kolu kanadı kırılmış, bitkin bir hâlde bulunuyordu. Donanma Komutanı Amiral de Robeck (Amiral dö Robek) Başkomutan Hamilton’a (Hamilton) vermiş olduğu raporda: “Çanakkale Geçilemez” diyordu. Böylece donanmasına geri çekilme emri verirken, batmakta olan güneş de, Türk’ün dünya tarihindeki bu eşsiz zaferini, gülümser bir çehre ile âdeta müjdeliyordu. Böylece Türk’ün imanı, Türk milletinin kahramanlığı, Çanakkale Boğazı’nı geçilemez yaptı. Mustafa Kemal Çanakkale’de, Anafartalar’da bir sabah yıldızı gibi doğdu Samsun’da da batmayan güneş oldu.
(Şiir eşliğinde, bir kız bir erkekten oluşan ikişer kişilik iki grup sahneye girer, belli bir düzen içinde sahneye dağılırlar.)
ŞİİR - Neden kurşinîdir, o mavi suyun hep, Söyle boğaz? Altında yatan zırhlıların rengi mi bu?
1. GRUP- Hâlâ barut ve duman rengi göğün, Sende neden her yaz, her çiçek kan rengi açar?
2. GRUP- Övün ey Çanakkale, övün, Taşınla toprağınla!
KORO - (Bütün sahnedekiler hep bir ağızdan) Bayrağınla!
ŞİİR - Bir acı duyuyorum, Kalbimdeki yaradan.
1. GRUP - Kanlı Çiçekler açan, O baharın rengini, Anlatamam görmedim, Çanakkale çengini.
2. GRUP - Şimdi söyle ey anam, Bu çiçekler nedir? Eminin diyeceksin. Bu vatan bir cennettir.
l.GRUP - Haktan var garip anam, Bu toprakta yatanın, Bugün için savaşan, O kahraman atanın, Bu toprakta can veren, Evlâdının ruhu var.
KORO - Ey Çanakkale şehitleri, Ey hürriyet çiçekleri, Size kefen dolu o şanlı bayrak. Size binlerce minnet, Size binlerce şükran.
Anzac askerlerinin Çanakkale’de siperlerde yazdıkları günlük ve mektuplarda ..J. C. Davies adlı bir asker annesine yazdığı mektupta şöyle demektedir: “... Vurulduğum 18 Mayıs günü, keskin nişancı bir Türk kızı vardı. Güzel, iri yapılı ve 19-21 yaşları arasında görünüyordu. Günün uzunca bir bölümünde sürekli olarak ateş etti. Gerçi bir çok adamımızı vurdu ama gün bitiminden önce Avustralyalı bir asker tarafından vurulunca, gene de üzüldüm. Ölüsünü ele geçirdiğimizde yanında bir Türk erkeğinin cesedini de bulduk. Kadının vücudunda tam 52 kurşun vardı... Bu savaş korkunç”