5/08/2009
Bir Kahramanın Doğuşu, Çanakkale Savaşları ve Sonuçları
Tarih, celâdet gösterenlerin tarihidir. Celâdet; kahramanlık, yiğitlik, metanet demektir. Anadolu’nun işgal altında olduğu, milletimizin en umutsuz günlerinde, “Bu durumdan memleketin nasıl kurtarılması lâzım geleceğini” sorar devrin padişahına, Mustafa Kemal’in verdiği cevap da budur.
“Celâdet gösteriniz efendimiz”.
Ancak bu hasletin bir toplumu, millet bütünlüğü halinde, başarıdan başarıya koşturmak için yeter bir faktör olmadığı da muhakkaktır. Cesur fakat cahil, korkusuz fakat fikir ve duygu yoksunu öyle kütleler vardır ki, neticeleri bakımından makbul olmayan, sönük ve çok kere insanlığa zararlı boğuşmalara atılmışlardır. Bu gibilerin gayesi, bencilce gururlanmak ve kendi hesaplarına talihsiz kurbanlarını sömürmek noktasında toplanır.
Türkler bu bedbaht kısır telâkkileri taşıyanlar kategorisinin dışında yer almıştır.
Savaş gibi bir ölüm kalım muhasebesinde başarı şansı; barış döneminin millî beraberliği koruyucu ve pekiştiriri çalışmalarıyla çok yakından ilgilidir. Mücadele çok daha önceleri barış yıllarında kazanılır veya kaybedilir.
Barış yıllarını ekonomik, siyası ve askerî alanda müthiş bir rekabet ve bloklaşma ile geçiren Avrupa devletleri, I. Dünya Savaşı gibi cihan tarihinin en mühim hadisesinin müsebbibi olmuşlardır. Gerçi ateş kudreti ve tahribat bakımından II. Dünya Savaşı ilkini geride bırakmıştır. Fakat dünya düzenine getirdiği değişiklikler birincisinden fazla değildir.
Osmanlı Devleti’nin 1914’ün son aylarında Almanya’nın yanında I. Dünya Savaşı’na katılması İtilâf Devletleri’ni zor durumda bıraktı.
Müttefikleri Ruslara yardım etmek, diğer taraftan doğu cephesi üzerindeki Alman tazyikini azaltmak maksadıyla İngilizler ve Fransızlar, Osmanlı İmparatorluğu’nu en zayıf, en stratejik bir yerinden vurmayı düşündüler. Yakındoğu’nun hassas noktası olan İstanbul’u zaptetmek üzere, Çanakkale Boğazı zorlanacak olursa, Karadeniz’de sıkışıp kalan Rus donanması rahatlayacak, Rusya ile doğrudan doğruya temasa geçilecek, Türkler burada meşgul edilerek Süveyş Kanalı ve Mısır üzerindeki tehditler ortadan kalkacaktı.
İtilâf Devletleri bu plânda başarılı olursa harbe girmekte tereddüt eden Balkan ülkelerini de kendi cephelerine çekecekler ve bu suretle çıkmaza girmiş gibi görünen harbin gidişi üzerinde büyük bir tesir hasıl olacaktı.
Yakın tarihî hadiselerin hatırlattığı olaylar- özellikle hasta adam imajı- ile İtilaf Devletleri, Türklerin ciddi bir mukavemet gösteremeyeceklerini, zannetmişler ve bu kendileri için yanlış ve tehlikeli bir hesap olmuştur.
Vatan müdafaasında, savunma savaşında Plevne’den ders almayanlar, Çanakkale Savaşları boyunca mevzî tutmak hususunda Türk’ün gösterdiği fevkalâde cesareti sadece takdir etme fırsatı bulabilmişlerdir.
Tarih göstermiştir ki, bu millet en güç şartlar altında bağrından çıkardığı büyük liderlerin sevk ve idaresinde karanlık günlerini aydınlatabilmiş, milletler mücadelesinde tarihini asırlardan asırlara taşımıştır.
Her kültür çevresi kendi tipini yetiştirir. İnsanları yönlendiren kültür ortamı ile olayları yönlendiren insan birlikte değerlendirilmelidir.
Uzun mücadeleler sonunda kurulan ve dünyanın büyük imparatorluklarından birisi olan Osmanlı İmparatorluğu, çağlar boyunca kendi hukukunu ve adaletini geniş bir alanda egemen kılmıştır. Mustafa Kemal, gelenekleri, kahramanları, zaferleri, şehitleri ve düşünürleri ile kök saldığı Balkanlardaki topraklarından milletinin sökülerek koparılmasını önlemeye çalışan, bütün bu büyük ve ağır yıkıntıya omuz veren şanssız fakat yüce bir kuşağın çocuğudur.
O zaman bir fırka kumandanı olarak katıldığı Çanakkale Savaşlarında üç ayrı yerde kendi inisiyatifi ile giriştiği hareketlerde, bir savaşın ve hatta bir ulusun kaderini değiştirecek yücelikte bir zafer kazanmıştır.
Verdiği emirler bugün hâlâ hafızaları meşgul etmektedir. Askerlerine “Size taarruzu değil ölmeyi emrediyorum” diyebilen bir komutan yoktur. Ölme emrini tereddütsüz yerine getiren Mehmetçikten başka bir asker, Türk milletinden başka bir millet de bulunmaz.
Biliyoruz ki, bu emri alan 57. alayın komutanı dahil tüm mensupları Çanakkale’de şehit düşmüşlerdir.
Önce denizde daha sonrada karada bir yıl kadar süren Çanakkale Savaşları sonunda istilacı zihniyetin o çok güvenilen muhteşem donanması zafer umutlarını ve gururlarını sonsuza dek Türk kalacak Çanakkale sularına gömerek gittiler.
Hafızalarında terennüm ettikleri de “Türkler kendilerini anlamayanlara- kim olursa olsunlar- kendilerini anlatmak yolunu biliyor. Onları bu yola niçin sürüklemeli?” sorusu olmuştur.
Her Türk ailesi Çanakkale’de bir ferdinin kanını akıtarak bu zaferde pay sahibi olmuştur.
Türkiye’nin, doğu ve batı kültürleri öğretilerek yetiştirilmiş son nesli yedek subay olarak bilhassa Çanakkale’de, sonra da Sarıkamış ve Sakarya’da telef olmuş; Türkiye bu eksikliğini bugüne kadar telâfi edememiştir.
Memleketin tanınmış şairlerini, ediplerini, ressamlarını, heykeltıraşlarını, musikişinaslarını, tarihçilerini, mühendislerini burada kaybettik.
O devirde Fatih Medresesi’nin başmüderrisi (rektörü) olan Hasan Fehmi Başoğlu “Çanakkale 25 bin talebemi yedi” derken bu acı hakikati bir başka şekilde ifade ediyordu.
Çanakkale Zaferi’nden, I. Dünya Savaşı’nın kördüğümünü çözme plânlan yapan İtilâf Devletlerinin bütün hesaplan bir anda alt üst olmuş, bu zafer büyük siyasî, askerî ve sosyal olayların sebebi olmuştur.
Çanakkale Zaferi’nin sonuçlan olarak da nitelendirebileceğimiz bu hususları kısaca şu şekilde ifade edebiliriz.
1 - Türk Ordusu’nun gösterdiği celâdet ile İtilâf Devletleri bugün dünyada askerî alanda büyük prestij kaybına uğramıştır.
2 - Balkan Devletleri bir süre daha tarafsız kalarak savaşa katılmadılar. Bu sırada Sırbistan çöktü.
3 - Zafer, müttefikleriyle Rusya’nın irtibatını önlemiş, savaş iki yıl uzamış bu arada çıkan Bolşevik ihtilâli ile komünizm gibi bir rejim, Rusya’da yerleşmiştir. İhtilâl Rusyası ile müttefikleri birbirlerinden ayrılmış, Millî Mücadele yıllarında kuzeyden güvenlik endişesi duymayarak zafere ulaşmamız kolaylaşmıştır.
4 - Özellikle İngiltere’de siyasî değişikliklere yol açmış sefer karan veren liberal hükümet önce koalisyona daha sonra da 1916’da istifa ederek, yerini başka bir hükümete bırakmıştı. Harekatın mimarlarından Winston Churcill Bahriye Nazırlığından ayrılarak bir piyade taburuna komuta etmek üzere Fransa’ya gitti.
5 - Çanakkale Zaferi bir bakıma, Asya’nın ve esaret altındaki milletlerin, mağrur Avrupa’ya karşı bir zaferidir. Burada sınırsız vatan sevgisi, tekniği dize getirmiştir. Türk ordusunun zaferi İngiltere ve Fransa’nın sömürgeleri üzerindeki prestijlerine bir darbe, esir milletlere bir ümit ve istiklâl ışığı olmuştur.
6 - Bilindiği gibi, büyük hadiseler olağanüstü şahsiyetleri, büyük ve müstesna kabiliyetleri meydana çıkarır. Arıburnu, Conkbayırı, Anafartalar savaşları, üstün komutanlık vasıflarına haiz henüz 34 yaşındaki “mukadderatın adamı” Mustafa Kemal’i ortaya çıkarmıştır. Bu suretle Türk âlemi 1699’dan beri makûs istikamette gelişen talihini yenecek olan liderini bulmuştur.
Nitekim, Millî Mücadele yıllarında Ordu ve Millet Anafartalar kahramanının bu işi başaracağına inanmış ve onun ardından gittikçe büyüyen bir kütle halinde yürümüştür, işte bu güven Atatürk’ün Millî Mücadele’yi zaferle sona erdirmesinde genç, dinamik ve yepyeni bir Türkiye Cumhuriyeti kurmasında en büyük ilham ve kuvvet kaynağı olmuştur. Bu manada Çanakkale, Millî Mücadele’nin BİR NEVÎ BAŞLANGICIDIR.
“Ya istiklâl ya ölüm” parolası ile milletini özgürlük ve bağımsızlığa kavuşturduktan sonra “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” ilkesi ile en büyük siyasî tutkusu barışçıl kişiliğini ön plâna çıkaran Atatürk; bir gün Çanakkale’ye giden bakanlarından birine, kahraman düşman savaşçılarını da saygıyla anmasını söyleyerek şu sözlerini dikte ettirmiştir.
-”Bu memlekette kanlarını döken kahramanlar, burada bir dost vatanın toprağındasınız, huzur içinde uyuyunuz. Sizler Mehmetçikle yan yana koyun koyunasınız... Uzak diyarlardan evlâtlarını harbe gönderen analar, göz yaşlarınızı siliniz, evlâtlarınız bizim bağrımızdadır. Huzur içindedirler. Onlar bu toprakta canlarını verdikten sonra artık bizim evlâtlarımız olmuşlardır”.
Bugün Çanakkale tabyalarında yazılı olan bu sözler; mağlûplar karşısındaki asil tavrın ifadesi, zaferin sınırsız zevki ile olgun maneviyat arasındaki ilginin tezahürüdür.
Çanakkale Zaferi’nin 80. yıldönümü münasebetiyle aziz şehitlerimizi ve kahraman gazilerimizi saygıyla anıyoruz. Sizlere, özellikle genç nesillere milletine hizmetlerini adayanları ve tarihimizin bir sayfasını tanıtma ve anlatma fırsatı bulduk.
Burada özellikle Atatürk’ün tarih, millî tarih hakkındaki sözlerine dikkatinizi çekmek istiyorum.
“Bir milletin ne gibi meziyetlere ve kabiliyetlere sahip olduğunu anlayıp öğrenebilmek için, o milletin idarecilerinin insanlık tarihini ve bilhassa millî tarihini çok okumuş ve hazmetmiş olması şarttır. Başarılı olmanın birinci sırrı burada bulunmaktadır. Aksi takdirde, idare edenler hüküm ve kararlarında daima başarısızlığa uğramaya mahkumdurlar.”
Millet gelecekte basanlar yolunu açacak olan örnekleri ancak geçmişin gerçeklerinden, yani millî tarihinden alır.
Bu sözlere çağımızın teknik bir terimi ile açıklık getirerek konuşmama son vermek istiyorum.
“Tarih en kapsamlı erken uyan sistemidir”. Semalardaki Awack uçaklarından da alâ... Üstelik tarih bedava ve zihnimizin içinde, mükemmel bir “erken uyan sistemi” ama, şüphesiz erken uyarılabilir olanlara mahsus... Yoksa gaflet uykusundakilere davul, zurna azdır.
Anzac askerlerinin Çanakkale’de siperlerde yazdıkları günlük ve mektuplarda ..J. C. Davies adlı bir asker annesine yazdığı mektupta şöyle demektedir: “... Vurulduğum 18 Mayıs günü, keskin nişancı bir Türk kızı vardı. Güzel, iri yapılı ve 19-21 yaşları arasında görünüyordu. Günün uzunca bir bölümünde sürekli olarak ateş etti. Gerçi bir çok adamımızı vurdu ama gün bitiminden önce Avustralyalı bir asker tarafından vurulunca, gene de üzüldüm. Ölüsünü ele geçirdiğimizde yanında bir Türk erkeğinin cesedini de bulduk. Kadının vücudunda tam 52 kurşun vardı... Bu savaş korkunç”