5/08/2009

Cephe Koşulları / Siper Hayatı



1915 de Gelibolu da meydana gelen Çanakkale kara savaşlarında ki siper muharebeleri askerlerin yaşayışını nasıl değiştirmişti? Siperlerin birbirine yakın olması hangi ilginç olayları meydana getirmişti? Mehmetçik ve Anzak askerleri arasında bu siperlerde doğan dostluk nasıl şekillenmişti? Mehmetçik ve itilaf devletleri askerleri bu siperlerde hangi şartlarla boğuşmak zorunda kalmışlardı?Türk ve Anzak siperlerinin birbirine yakınlığı bazı alanlarda 8 metreye kadar düşmüştü.‘’Bir gün sabaha karşı onların siperlerinden atılan bir ipe bağlı paket, iki tarafın siperlerinin arasında ki parapetimizin yakınına düştü. Doğal olarak nöbetçilerimiz bunun patlaması veya cızırdaması veya duman çıkarması gibi şeytanca bir şey yapmasını bekliyorlardı. Paketin yakınında ki çavuş periskopla çok dikkatli biçimde buna baktı. Çavuş buna bakarken Türkler önce ellerini kaldırıp, sallamış ve sonra da ihtiyatlı bir biçimde başlarını kaldırmış olmalılar. Bizim taraftan da bir sıra baş kalktı. Çavuş ne olduğunu anlamadan yanında ki asker parapetin üzerine çıkıp, telden ağın etrafından siperlerin arasında ki ölümcül alana girmiş paketi geri getiriyordu. Bu, sigara dolu küçük bir paketti. İçinde kurşun kalemle ve kötü bir Fransızca ile yazılmış şu not vardı;’’Kahraman düşmanlarımıza! Konserve dana etine hayır!’’.Tabii buna karşılık vermemiz gerekiyordu ve bizimkiler bir ya da iki kutu konserve dana eti attılar. Şimdi bir taşa sarılı kâğıt geldi Bunun üzerinde ;’’konserve dana etine hayır!’’yazıyor. Bundan sonra biraz bisküvi ve bir teneke kutu reçel attık. Tekrar sigaralar geldi. Bunlardan bazılarını gördüm. Bunların üzerinde kurşun kalemle aynı kişi tarafından, şu anlama geldiğini düşündüğüm şeyler yazılmıştı;’’Sevgili düşmanlarımız afiyet olsun…’’ Charles Bean 13 Ocak 1916 da Gönderdiği resmi rapordan…Siper HayatıSiper Hayatı terimi adeta 1915 de Gelibolu da ki savaşa özgü bir ifade olagelmiştir.18 Mart Deniz Harekâtından sonra Osmanlı Devleti İtilaf Devletlerinin bir kara çıkarması peşinde olduğunu sezebiliyordu, belki çıkarmanın nereden yapılacağı konusunda zıt fikirler vardı ama çıkarmanın yapılacağı konusunda ekseriyetle bir fikir birliği vardı. Kara çıkarmaları başlamadan hemen önce Gelibolu’ya gelen Osmanlı askerleri aslında siperlerin hazır olduğunu düşünmekteydi ancak buraya geldiklerinde durumun hiçte öyle olmadığını görmüşlerdi.Bu bağlamda savaşın hem Osmanlı tarafı hem de İtilaf Devletleri kanadı Gelibolu’ya geldiklerinde deli gibi siper kazmaya başlamışlardı çünkü coğrafya ve şartlardan okuyabildikleri kadarıyla Gelibolu da, siper demek hayat demekti…Kara Çıkarmalarının yapıldığı ilk gün 25 Nisan 1915 de İngilizlerin toplam kaybı tüm askerlerinin üçte biri kadardı.Bu acı sonuç Ordu içinde bazı kurmayların General Hamilton’dan tekrar gemilere binmek için izin istemelerine neden olmuştu ancak General’in cevabı net olmuştu:‘’…İşin zor tarafını bitirdiniz, şimdi kendinizi emniyete alıncaya kadar siper kazın! Kazın, kazın, kazın…’’Gelibolu da tutunmak konusunda başka şansları kalmayan Anzaklar dikkat çeken güçlü fizikleri ve ellerinde ki teknik imkânlarla Gelibolu’nun şartlarına çabuk alışmışlardı. Ellerinde ki kazma ve küreklere yaşama sarılır gibi sarılan bu uzak kıta askerleri kısa sürede uzun mevzilerini siperlerle donatmışlardı, bu siperlerin önüne 4-5 kat şeklinde koydukları içi kum veya çakıl dolu çuvallar ile de bir nevi kalkan yapmışlardı. Kısa süre de Gelibolu 70 km.lik siper hattında inanılmaz bir savaşın yaşandığı bir mahşeri andırır olmuştu.Gelibolu da ilk geldikleri Anzak Koyunu siperler ve oyuklarla bezeyen Anzaklar bu cephede ilginç görüntüleri de meydana getirmişlerdi. Genelde denize cepheden bakan oyuklarına kısa sürede alışanlar bu oyukları evlerinden bir köşe gibi kullanmaya başlamışlardı. Bu oyukların içine kat kat elbise rafları yapmışlar hatta eski botlarının ve büyük mermi kovanlarının içinde çiçek bile yetiştirmeye başlamışlardı. Gece vakti lambalar ve mumlarla aydınlattıkları bu oyukların görüntüsü ise savaş şartlarına ters orantılı nefis bir manzara meydana getirmekteydiler.Ancak her iki tarafın askerleri de önemi sivil hayatta kalmış bu şekilde ki romantik manzaralarla pek ilgilenemiyorlardı. İtilaf Devletleri safında ki askerlerin siper hayatı hakkında o safta bulunan er George Bollinger günlüğünde şöyle demektedir:‘’…Siperlerimiz Türk siperlerine bitişikti ve hepsi bombaya dayanıklı yapılmıştı. Her hangi bir düşman siperinin birkaç metre kadar uzakta olduğuna kimse inanmazdı…’’‘’…Askerlerin bu kadar baskıya dayanıp dayanamadığını merak ediyorum doğrusu… Bir tarafta sıcaklık, bir tarafta milyonlarca sineğin siperlerde sürüler halinde gezmesi…’’‘’…Siperlerde ölen askerlerin üzerinden çıkan pis koku, çevrede dayanılmaz boğucu bir etki yapıyordu. Dış dünyada askerler büyük güvenceye sahipti fakat onların bu cehennem hattında olup olmadıklarını veya gerçekçi olup, olmamaya çalıştıklarını, her askerin barışı arzu edip etmediklerini ve etseler de barışa kavuşmaya muktedir olup olmadıklarını merak ediyorum doğrusu…’’Osmanlı askerleri ise yukarı da belirttiğimiz gibi Gelibolu’ya ilk geldiklerinde siperlerin hazır olduğunu düşünmekteydiler ama geldiklerinde durumun böyle olmadığını görmüşlerdi.İlk etapta güvenli gördükleri bodur ağaçların,çalı diplerinin dibine sığınan Mehmetçikler zamanla bombardımana tutulan Osmanlı köylerinde harabeye dönen eski evlerin enkazından topladıkları tuğla,odun,kalas ve işe yarar ahşap malzemelerde yeni siperler inşa etmeye başlamışlardı.Dere yatağında da barınaklar yapılmıştı ancak bunlar sonbaharda sel sularının tehdidi ile karşı karşıya kalmasıyla onlarca Mehmetçik bu sel sularından dolayı şehit olmuşlardı.İzzettin Çalışlar günlüğünde 25 Kasım 1915 de gece çok şiddetli yağmur yağdığından ve barınak ile siperlerin sel suları tarafından istila edildiğinden söz etmektedir.Yine Çanakkale Savaşlarında küçük rütbeli bir subay olarak görev yapan, İ.Hakkı Sunata sel felaketi hakkında anılarında şöyle demektedir:‘’…27 Kasım sabahı uyandığım zaman dışarı da bütün taşları, kayaları temizlenmiş, toprakları sarı ve yapışkan bir kille yoğrulmuş buldum. İleri hattan gelen birkaç neferin yüzünde korkunç bakışların izleri var. Konuşmalarında hiçte iyi haberler vermiyorlar. Bu sırada biraz üst tarafta bulunan zeminlik çöktü. Hep oraya koştuk. Neferin ikisi çıkamamış orada kalmış. Biri serbest ise de diğeri inliyordu. Süratle kiremitleri kaldırdık, tahtaları söktük, Direkleri kaldırmaya başladık. Serbest kalan nefer çıktı. Diğerine direk bastırmış, diz kapağı ezilmiş. Ayağını kurtaramıyor, korkudan da sararmış. Direği kaldırmamızdan sonra kurtuldu…’’‘’…İkindi üzeri bir emir aldık, gayet kötü bir haber. İleri siperlerde bulunan 36. Alay, yağmurun tesiri ile büyük zayiata uğramış, felaket içinde imiş, Hemen onları değiştirecek ve kurtaracakmışız. Ya biz ne olacağız?’’‘’…Buralarda siperler yapılırken, derelerin mecrasını tıkamışlar, düşman sızmasın diye, Bu yağmurun birden yetirdiği seller, bütün siperleri su ile doldurmuş. Tam da asker yemek ve ekmek yediği zamana rastlamış yağmur ve sel. Hayvanlar hatta bir kısım insanlar siperlerden çıkamamış, boğulmuşlar. Dışarı çıkanlarda düşman ateşine tutulmuş, durum bunu gösteriyor…’’‘’…orada ki taburun hemen bütün subayları buraya toplanmış, tedarik edebildikleri kömürleri bir teneke üzerine koymuş yakmışlar, Etrafında yedi-sekiz kişi ısınıyorlar. Kömür bittikçe herkes cebinden bir parça kömür çıkararak ateşe koyup yakmaya çalışıyor. Uzakta yolunu şaşırarak batağa saplanmış bir nefer ‘’İmdat diye bağırıyor, Merhametten bunu kurtarmak isteyen bir iki nefer de batağa gömülmek tehlikesi karşısında geri dönüyorlar. Nihayet o biçare “Din kardeşlerim acıyın, merhamet’’diye bağıra bağıra, gecenin ölüm karanlığı içinde, derece derece sesi kesilerek sönüp gitti…”Savaşın ortasına doğru cepheye gelip siperleri teslim alan Mehmetçikler de siperlerin durumundan yakınmaktadır. Bu Mehmetçiklerde ilk gelenler gibi kazma ve küreklere sarılıp yeni siperler inşa etmişlerdir. Kısa bir süre de inşa edilmesine rağmen yer altında birbiriyle bağlantılı hatta at, araç ve diğer arabaların rahatça yol alabileceği siperler inşa etmişlerdir. Bu siperler krokilerinin çıkarılmasından sonra gizli geçit ve yollar, düşman siperlerine karşı savunma hatları olarak kullanılmışlardır.Buralarda başlangıçta asker ve komutanların barınması için sığınaklar düşünen Mehmetçik zamanla bomba mevzileri, gizli mitralyöz sahaları, cephanelikler, askerlerin ihtiyaçlarını karşılayabilecekleri kantinler inşa etmişlerdir, kısacası Mehmetçik Çanakkale siperlerinde yerin altında küçük bir şehir inşa etmiştir.Güney Grubunda Zığındere de 10.Tümen 30.Alay da emir subayı olarak görev yapan Münim Mustafa da siper çalışmalarına hatıralarında şöyle yer veriyor:‘’…biz cephe de siperler teslim alıyorken bütün kıtalar kazma ve küreklere sarılmış harıl harıl tahkimat yapmakla meşgul bulunuyorlardı. Sonradan bizimde iştirak ettiğimiz kazma ve kürekle çalışma neticesinde Güney Grubu Mıntıkasında toprağın altında at, araba ve diğer vasıtaların yürümesine mahsus ayrı ayrı yollar, piyadelerin cepheye gidebilmesi için gizli yollar, cephede yekdiğerine paralel savunma hatları, bunları birbirine bağlayan zik zak savunma yolları, subay ve askerin savaşta korunması için, sığınaklar ve zeminlikler, üstü kapalı gizli mitralyöz ve bomba mevzileri, kısaca adeta yerin altında koca bir şehir meydana getirilmiş, toprak köstebek yuvası gibi delik deşik edilerek, binlerce mevcutlu kıtaların, toprak üzerinde hiç görünmeden buralarda yaşaması sağlanmıştır…’’Bir labirent ağı şeklinde tasarlanan Osmanlı siperlerinde ana siperler yan yollarla diğer kol siperlere bağlanmaktaydı. Bu siperlerin en ortasına ise askerlerin ihtiyaçları için bir kantin bile yapılmıştı bu merkezi ve büyük kantine İstanbul’dan esinlenerek ‘’Kapalıçarşı’’ismi verilmişti…Sözü edilen siperler büyük mangallar vasıtasıyla ısıtılmaktaydı. Siperlerin ‘’ana siper’’diye tarif edilen merkezi olanlarından elektrik ile aydınlatılanları da vardı, diğerleri mumlarla aydınlatılmaktaydı. Osmanlı askerleri de zamanla bu siperler Anzakların oyukları sahiplenmeleri gibi evleri misali sahiplenmişler ve bu zor yaşam şartlarına alışmışlardır. Osmanlı askerleri içinde siperlerin duvarlarını ayet, hadis ve güzel hat yazıları ile süsleyenlerde vardı. İtilaf Devletleri siperleri ile Osmanlı siperleri arasında en yakın mesafe 8 metre en uzak mesafe de 300 metre idi. Siperlerin birbirine yakın olan bölgelerinde ses yapmak sigara içmek ve benzeri faaliyetler kesinlikle yasaktı çünkü savaşın yerin altına çekildiği bu dönemde meşhur olan savaş tarzı siperlerin çökertilmesi ve karşı tarafın imha edilmesini hedef alan lağım (yer altı)savaşlarıydı.Düşman ile Osmanlı askerleri arasında ki siper hattında mesafenin en kısa olduğu yer Çanakkale’nin en kanlı savaşlarının cereyan ettiği Kanlı sırt mevkii idi. Mesafenin bu derece kısa olduğu bu alanlarda faal silah genelde el bombası idi. Ancak ele geçirdikleri dikenli telleri kısa kısa kesip konserve kutusunun içine dolduran İngiliz askerleri bunu bir fitille takviye ederek yaptıkları pratik bombalar ile de Osmanlı siperlerine saldırmışlardı. İngilizler Osmanlı siperlerinin bulunduğu alanlara doğru dipten 30-40 metrelik oyuklar açıp tam Osmanlı siperlerine rastlayacaklarını düşündükleri yerlerde siperlerimizi bomba ve dinamitle havaya uçurmak kaidesiyle birçok Mehmetçiğin yaralanmasına ve şehit düşmesine sebep olmuşlardı.En kanlı mücadelelerin yaşandığı bu yerlerde bazen siperlerin patlamasıyla karşı karşıya kalan iki taraf askerleri kendilerini gırtlak gırtlağa bir kavganın ortasında bulabiliyorlardı. İşin en ilginç yanı Anzaklar ve Osmanlılar arasıda ki dostluğun da en çetin kavgaların yaşandığı bu siperlerde doğmasıdır.Osmanlı askerleri siperleri İtilaf Devletlerine ait olan siperlere yakınlığına göre ayrıca isimlendirmişlerdi. Bu siperlerden düşmana en yakın olana’’sıçan yolu’’ve ‘’avcı hendekleri’’ismini vermişlerdi. Geride kalanlar ise ‘’irtibat hendekleri’’olarak isimlendirilmişlerdi.Mehmetçikler belirttiğimiz gibi sadece siperleri değil fundalıkların dibini de barınak olarak kullanmışlardı ama bu durum İngilizler tarafından fark edildikten sonra Osmanlı askerlerinin elinde ki bu avantajı yok etmek isteyen İngilizler zamanla fundalıkları ateşe vermeye başlamıştı. Sonbaharda sellerden bunalan Mehmetçikler yaz aylarında da bu yangınlardan bunalmışlardı.Siperlerin içinde mermi kasalarının veya ahşap levhaların kaputlarına, bulabildikleri bezlere sarılarak uyuyan ve dinlenen Mehmetçikleri bekleyen tek tehlike düşman, yangın veya sel de değildi. Yaz aylarında kavurucu sıcaklar başladığı zaman ortada kalan asker cesetlerinden yayılan kokular, o cesetlere dadanan sinekler ve sivrisinekler dizanteri ve sıtma gibi hastalıkların yayılmasına da sebep oluyorlardı. Bunun yanında zararlı olmamakla birlikte siperler de kertenkeleler ve kaplumbağalar ile zararlı olan akreplerle karşılaşabiliyorlardı.

“Keskin nişancı Türk kadınları”

“Keskin nişancı Türk kadınları”
ÇANAKKALE CEPHESİNDE KADIN SAVAŞÇILARIMIZ
Anzac askerlerinin Çanakkale’de siperlerde yazdıkları günlük ve mektuplarda ..J. C. Davies adlı bir asker annesine yazdığı mektupta şöyle demektedir: “... Vurulduğum 18 Mayıs günü, keskin nişancı bir Türk kızı vardı. Güzel, iri yapılı ve 19-21 yaşları arasında görünüyordu. Günün uzunca bir bölümünde sürekli olarak ateş etti. Gerçi bir çok adamımızı vurdu ama gün bitiminden önce Avustralyalı bir asker tarafından vurulunca, gene de üzüldüm. Ölüsünü ele geçirdiğimizde yanında bir Türk erkeğinin cesedini de bulduk. Kadının vücudunda tam 52 kurşun vardı... Bu savaş korkunç”